Kışın gelmesiyle pandemi yeni pikler yapmış durumda. Osman Elbek ve Kayıhan Pala, Türkiye ve dünya ölçeğinde yeni verileri yorumluyor ve Türkiye'deki halk sağlığı politikalarını mercek altına alıyor.
(18 Ekim 2021 tarihinde Açık Radyo’da Salgınlar Çağı programında yayınlanmıştır.)
Ömer Madra: Günaydınlar, merhabalar Osman bey, Kayıhan bey!
Osman Elbek: Günaydınlar Ömer bey, günaydınlar Özdeş bey!
Özdeş Özbay: Günaydın!
Kayıhan Pala: Günaydın herkese!
ÖM: Nasıl vaziyetler?
OE: Biz bu hafta Kayıhan’la birlikte Türkiye’deki göğüs hastalıkları uzmanlarının derneği olan Türk Toraks Derneği’nin kongresinden sesleniyoruz size. Maskenin, fiziki mesafenin uygulandığı ve çok uzun zamandır talep etmemize rağmen kamusal otoritenin hayata geçirmediği hızlı testlerin anında yapıldığı bir kongreden, yani aslında mümkün olan uygulamaların olduğu bir yerden ses veriyoruz. Siz iklimle girdiniz haklı olarak, ama sakın umutsuzluğa kapılmayalım. Örneğin biz tıp doktorları dün akşam kongre açılışında Validebağ’ı savunanlara, Akbelen Ormanını savunan İkizköylülere onur ödülleri verdik, savunuculuk ödülleri verdik ve hep birlikte salondan -Ömer bey de bizi anlar, hatırlar- sloganlar eşliğinde ülkenin akciğerlerini, ormanlarını koruyacağımızı söyledik. Bir güzel haber de programı birlikte yaptığımız Kayıhan ve Nilüfer Aykaç’ın iklim ve çevre konusunda bilim ödülü alması.
ÖÖ: Tebrik ederiz.
OE: Evet, sorunlarımız fazla ama tıp doktorları kongrelerinde savunuculara selam vererek başlıyorlarsa bu ülkede umutsuz olmak için hiçbir neden yok diye düşünüyorum.
ÖM: Aynen öyle. Tebrik ederiz!
KP: Teşekkürler.
ÖÖ: Biz de bugün haberlere başlarken bahsediyorduk, bilim insanları en önde politikleşerek açıklamalar, en büyük sistem eleştirileri onlardan geliyor ve aktivizme kayıyorlar diye. Bir örneği de sanırım bu konferans olmuş.
"Türkiye son 14 haftadır günlük 20 bin vakanın üstünde yeni vaka saptıyor"
OE: Evet, başka bir yolu yok çünkü, kongreyi böyle açtık gerçekten. Covid konusunda ise 15’inde Selim Badur’la başlayan olumsuz haberlerin giderek arttığı bir veriyle başlamak istiyorum. DSÖ’nün iki haftalık durum raporlarında genel bir artış var tüm dünyada. Bu hafta itibariyle üç milyonu aşan yeni vaka eklendi, 50 bini aşan ölüm eklendi. Avrupa merkez üssü oldu; son iki haftada vakalarda 7-8%’ler düzeyinde artış oldu. Ne yazık ki ölümlere de yansıdı bu ve son iki haftada ölümler Avrupa’da 5-10% gibi arttı. Ülke sıralamasına baktığımız zaman hızlı bir değişim dinamiği var; iki haftalık süreçte öncelikle Almanya ilk beşe girdi, biz dördüncü sıradaydık. Ancak Almanya’nın durdurulamayan bir vaka artışı var. Önce üçe, son 24 saati de hesaba dahil edersek son yedi günde ise Almanya dünya ikinciliğine oturdu. Şu an yeni vakalarda ABD’nin arkasından Almanya, Rusya, Birleşik Krallık ve T.C. geliyor. Türkiye ortalama 24 bin küsur vakayla geçiyor ama Almanya’dan ve Birleşik Krallık’tan farklı olarak ölüm oranları onlara kıyasla daha yüksek. Burada birazcık geriye bakıp bunları söylemem gerekiyor: Son 14 haftadır Türkiye günlük 20 bin vakanın üstünde yeni vaka saptıyor. Yani kronik olarak yüksek bir yere takıldı Türkiye; Avrupa’nın diğer ülkelerinden temel farkı bu. Onlar bir miktar başarıya ulaşabilmişlerdi vaka sayılarında, biz son 14 haftadır 20 binin altını hiç göremedik. Bu şu açıdan önemli; Avrupa’da artan pik Türkiye’de yaklaşık 2-3 hafta sonra yeni bir pike neden oluyor. Bugüne kadar Covid-19 salgınında hep böyle seyretti. Biz zaten 20 binlerin üstünde vakayla giderken Avrupa’dan 2-3 hafta sonra gelebilecek yeni bir artışı hakikaten tolere edebilecek noktada değiliz. Vefatlar konusunda da öyle; son 12 haftadır günlük 200’ün üstünde vefat açıklıyoruz. Bu demektir ki son 12 hafta 19 bin küsur vefatlara ulaştık. Bu kabul edilemez düzeyde bir yüksekliğe işaret ediyor bizim açımızdan ve Avrupa’yı takip edecek piki kaldırabilecek noktada değiliz. Aşı konusunda ise çok olumsuz bir yerdeyiz ve giderek bu olumsuzluğumuz istikrar kazanıyor. Toplam aşılama dozunda günlük 200 binin altına düştük ki temmuzda biz 700 binlerin üstündeydik aşılama oranında. İlk doz, hani ilk kez aşılanan insan sayısı 50 binin altına düştü. İki dozu tam aşılı kabul edersek 50 milyon civarında insana iki doz aşı yapabilmiş durumdayız ki düzensiz göçmenleri dahil edersek bu aşı oranımızın 53% olduğuna işaret ediyor. Avrupa’yla kıyasladığımızda, Slovenya ve Letonya ile aynı noktadayız aşılamada. Kayıhan sen nasıl bakıyorsun bu duruma?
KP: Osman, söylediğin çerçeve çok önemli ancak bir durumu anımsatalım. Olgu sayıları ve ölüm sayılarıyla ilgili Sağlık Bakanlığı tarafından açıklanan sayılardan söz ediyorum, tartışma halen sürüyor. Örneğin olgu sayılarıyla ilgili İzmir Tabip Odası’nın kendilerine ulaşan verilerden yola çıkarak yaptıkları açıklamaya bakacak olursak, bakanlığın söylediğinden daha fazla olgunun Türkiye’de yaşanıyor olması mümkün gibi görünüyor. Tabii verilerde şeffaflık olmadığı için bugün halen ne durumda olduğumuzu çok net bilemiyoruz. Ancak bakanlığın açıkladığı kadarıyla bile bakacak olursak Türkiye’de salgın hiç kontrol altına alınamadı ve kontrol altına alınma ölçütleri üzerinden üst sınırı -eğer haftalık olgu sayısı açısından, yeni olgu görülme sıklığından söz ediyorum- 100 binde 100 olarak görecek olursak hep bunun iki katının daha üstünde gidiyoruz. Bu koşullarda senin söylediğin hem kışın gelmesi nedeniyle kapalı alanlarda daha fazla zaman geçirme zorunluluğu hem de Avrupa dalgasının daha önceki dönemlerde de olduğu gibi Türkiye’ye birkaç hafta sonra yansıması olasılığı önümüzdeki ay ve ayları Türkiye açısından tekrar sıkıntılı hale getirebilir. Gerçekten de bu durumu bir kez daha söylemek zorundayız.
Avrupa'da önlemler artıyor, peki Türkiye'de?
ÖM: Ben de müsaadenizle bir ufak iç haber eklemesi yapayım; Açık Radyo geçen yıl Prince Claus ödülünü kazanmıştı, prestijli bir ödül, onun töreni de ertelenmişti pandemiden dolayı. Bu sene 5 Aralık’ta büyük bir törenle yapılacaktı, biz de katılacaktık, fakat maalesef Hollanda’daki büyük yükselme görülmesinden sonra, kapanmaların tekrar yürürlüğe girmesinden sonra biz de gitmekten vazgeçtik, onlar da iptal etmek zorunda kaldılar zaten. Yani katılamıyoruz, tören de yapılmıyor zaten.
OE: Gerçekten öyle Ömer bey; Hollanda, Avusturya, Almanya, Danimarka, hani biraz Portekiz’i dışarıda bırakırsak Avrupa’da çok yükselen bir yeni vaka süreci var. Onlar şu aşamada 2G, 3G gibi tarif ettikleri bir önlem paketini düşünüyorlar. 2G’den kastedilen -örneğin Avusturya’nın hayata geçirdiği uygulama bu- eğer hastalığı geçirmişseniz veya aşılıysanız acil haller dışında tabii sokağa çıkabilirsiniz, aşısız olanlar 2G önlem paketinde mecburi evde tutuyor. 3G’yi ise daha çok Almanya, Hollanda uygulamayı planlıyor, hayata geçiriyor. Aşılıysanız, hastalık geçirmişseniz veya aşılanmamışsanız negatif bir PCR’ınız var ve bunu beyan etmişseniz sokağa çıkabiliyorsunuz. Ülkeler hızla, özellikle sağlık çalışanları başta olmak üzere zorunlu aşıyı tariflemeye başlıyor. Tabii Türkiye dediğim gibi 14 haftadır 20 binin üstünde vaka olmasına rağmen bu 2G, 3G yaklaşımıyla ilgili hiçbir açılım veya hiçbir adım atmıyor. Türkiye’de bu konuda görebildiğim açılımların, atılan adımların tek bir tanesi var: 5G Biliyorsunuz 5G ile bu virüsün yayıldığına dair Türkiye’de bir tevatür vardı. Türkiye önlem paketleri yerine salgını tamamen kendi seyrine bırakmış gibi duruyor. Kayıhan halk sağlığı uzmanı olarak şu dönemde Türkiye’ye önerebileceğin fiziki hareket kısıtlamaları, halk sağlığı politikasında ne olabilir Almanya ya da Avusturya ile kıyasladığımız zaman? Çünkü biliyoruz ki özellikle ölümler konusunda farklı veri kaynakları da var, CHP’nin geçen haftaki açıklaması gibi.
CHP'nin 21 ilde saptadığı vakalar bakanlığın açıkladıklarından 2000 kişi daha fazla
KP: İstersen önce açıklamaya değinelim, sonra soruna yanıt vermeye çalışayım. CHP bu salgının birinci yılından itibaren, CHP’nin yönetiminde olan 21 ildeki bulaşıcı hastalık ölümlerini açıklıyor. En son açıklanan ekim ayının sonu itibariyle rakamlara baktığımızda bu 21 ilde ki Türkiye nüfusunun yaklaşık 49%’u bu 21 ilde yaşıyor, toplam bulaşıcı hastalık sayısı Sağlık Bakanlığı tarafından tüm Türkiye için bildirilen sayıdan 2000 kişi daha fazla. Dolayısıyla Sağlık Bakanlığı’nın bildirimlerinde ciddi bir problem olduğuna ilişkin yeni bir kanıt ortaya çıkıyor. CHP genel merkezi tarafından hazırlanan bu raporda eğer Türkiye’nin tümü bu 21 ildeki örüntüye benzer bir şekilde gösteriliyorsa o zaman Türkiye’deki bulaşıcı hastalık ölüm sayısının pandeminin başından bu yana 149 bini geçmiş olma ihtimalinden söz ediliyor. Bu da şu demek Osman; bir milyon kişi başına ölümlerde Türkiye 19. sırada. Eğer CHP’nin sözünü ettiği gibi ölümler Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığının iki katından daha fazlaysa, 149 bin civarındaysa o zaman Türkiye dünya yedinciliğine yükseliyor ki bunlar standardize edilmemiş hızlar. Bunun da şöyle bir önemi var; Türkiye demografik olarak görece batı ülkelerine göre daha genç bir nüfusa sahip. Bu da bu pandemi sırasındaki riski azaltıyor çünkü pandemide ölümler ağırlıklı olarak 65 yaşın, hatta 70 yaşın üstündeki kişilerde görülüyor. Standardize ölüm hızları da bir süre sonra hesaplandığında -muhtemelen önümüzdeki yılda bunları hesaplamaya başlayacağız- o zaman Türkiye’nin çok daha vahim bir tabloyla karşılaşma olasılığı da var. Bu olasılıklar bizi Türkiye’de salgının yönetimiyle ilgili sorunların en başından bu yana devam ettiğini gösteriyor. Peki bu koşullarda ne yapmak lazım? Öncelikle aşı, aşı gerçekten çok büyük oranda koruyor. Bütün araştırmalara baktığımızda yeni endişe verici varyantların varlığında enfeksiyondan koruma oranı %65’lere kadar düşmüş olsa bile tam aşılı kişilerin bu hastalık sırasında hastaneye yatmaktan, yoğun bakıma yatmaktan ve ölümden %90-95’nin üstünde korunduğunu biliyoruz. Türkiye verileri maalesef yok, halen Sağlık Bakanlığı aşı etkinliğini açıklamadı ama dünyadaki verilerden yola çıkarak çok rahatlıkla bunu söyleme olanağımız var. Bir de sen de biliyorsun, hem meslektaşlarımız arasındaki gözlemlerimiz hem kongrelerdeki konuşmalar bunu doğruluyor. O yüzden aşı çok önemli ve senin de söylediğin gibi bugün itibariyle tam aşılı nüfusumuzun oranı yalnızca %53. Bir diğer değişle bu ülkede yaşayan insanların yarısını henüz koruma kalkanı altına alamamış durumdayız. E peki yine dünyanın diğer ülkelerinden elde ettiğimiz başka bir deneyim nedir? Aşı oranları %80’nin üstüne çıksa bile sorunu tamamıyla çözemiyoruz. O zaman hem bir yandan tam aşılı olmayı arttıracak sağlık iletişimi de başta olmak üzere çabalarımızı sürdürmeli hem de aşıyla birlikte diğer halk sağlığı önlemlerini almalıyız. Nedir bu halk sağlığı önlemleri? Burada Osman, il hatta ilçe bazında kapsamlı veriye ihtiyacımız var. Çünkü Sağlık Bakanlığının açıkladığı kadarıyla bu haftalık yeni olgu görülme sıklığına baktığımızda, örneğin İstanbul’la, Bursa’yla, Ankara’yla, Şırnak, Hakkari ve Diyarbakır arasında farklılıklar var. O yüzden bütün Türkiye’yi kapsayacak önlemler yerine çok kapsamlı ve ayrıntılı bir şekilde lokal durumu inceleyerek bazı önlemler almak gerekebilir. Ben Türkiye’de artık bir kapanma çağrısı yapmanın doğru ve gerçekçi olmadığını düşünenlerdenim. Bunun yerine az önce senin sözünü ettiğin başka ülkelerde de uygulanan birtakım önlemleri kamusal alan için düşünebiliriz. Burada merkezi otoritenin yapması gereken düzenlemeleri maalesef Sağlık Bakanlığı ve merkezi otorite bir türlü hayata geçirmiyor. Bunlardan en önemlilerinden bir tanesi halen okulların açık kalmasını sağlamak için ele alınması gereken önlemler. Yani sanki hiç pandemi yokmuş gibi ders sürelerini değiştirmeyen, teneffüs sürelerini değiştirmeyen, oradaki sınıfların havalandırılması için ek bir önlem almayan bir yaklaşımı sürdürmek yerine bu pandeminin ne olduğunu, virüsün nasıl bulaştığını göz önüne alarak hem okullarda hem kamusal mekanlarda hem de iş yerlerinde kapalı ortamlarda bulunma süresini sınırlayıp kapalı ortamları iyi havalandıran, fiziksel mesafenin önemini vurgulayan, özellikle kapalı ortamlarda ya da açık ortamlardayken fiziksel mesafenin korunamadığı koşullarda maske takmanın önemini vurgulayan bir anlayışı sürdürmemiz gerekir. Bu arada tabii halen Türkiye bir aktif sürveyans sistemini kurmuş durumda değil. Filyasyon ise kaynak arama yaklaşımından uzak, yalnızca evlere ilaç götürme biçiminde sürdürülüyor. Bunlar da bu alanda başarılı olunmasını engelliyor.
ÖM: Pardon, filyasyon ne demekti? Bir kez daha hatırlatır mısınız lütfen?
Üçüncü ve dördüncü dozlar gerekli mi?
KP: Bizde filyasyon diye geçiyor ama genellikle dinleyicilerimizin kolay anlamıyla bilmesi için bunu temaslı takibi ve kaynak bulunması diye yorumlayabiliriz. Bu şu demek Ömer bey, yani bir kişinin PCR testi pozitif olduktan sonra o kişinin bunu nereden aldığını ve çevresindeki insanlara bu hastalığı bulaştırıp bulaştırmadığını inceleme yaklaşımı. Burada hem kişinin sorgulanması hem de çevresindekilerin mutlaka test edilerek ne durumda olduklarının anlaşılması, kişinin mutlaka izolasyona alınması, kişinin bulaştırma ihtimali olan insanların ise karantinaya alınması yaklaşımlarının tamamını içeren bir yönetsel uygulama ama Türkiye’de bunun bu haliyle uygulanmadığına maalesef tanık oluyoruz.
OE: Bu arada yeni bir problemimiz daha var, işler birazcık daha karışıyor, şöyle ki; bugüne kadar hani iki Coronavac’ın arkasından üçüncü dozun kesin gerekli olduğu netti. Ancak pek çok kişi “dördüncü doz yaptıralım mı yaptırmayalım mı, yaptıracaksak hangisini yaptıralım?” diye soruyordu bizlere. Şimdi yeni bir sorun daha eklendi: İki doz mRNA aşısı yapılmış ve son dozun üzerinden altı ay geçen herkese hatırlatma dozu yapacak mıyız? Türkiye’nin yaklaşımı Almanya ile benzer oldu ve 18 yaşın üstündeki herkese altıncı ayı tamamladığı zaman üçüncü rapel doz önerildi. Pekiyi ama gerçekten bu böyle mi olmalı? DSÖ’nün yaklaşımı daha çok -özellikle küresel sağlık aşı eşitsizliğini de dikkate alarak- immünsüprese dediğimiz kanser tedavi alan, bağışıklık sisteminin baskılandığı veya 60-65 yaş üstünün olduğu ya da sağlık çalışanı gibi riskli durumlarda aslında üçüncü dozu öneriyor. Öte yandan booster dozlarında hangi aşının seçilmesi gerektiği de çok kritik. Eğer booster aşı mRNA yani Biontech-Pfizer firmasının ürettiği Comirnaty ile yapılırsa etkinliğin %94-95’lere kadar ulaştığını görüyoruz. Ama üçüncü hatırlatma dozu Coronavac’la olduğu zaman ise daha düşük oranlarda, etkinliğin %74-75’lere yükseldiğini görüyoruz. Kayıhan ne dersin bu aşı politikasına; altıncı ayını tamamlamış iki doz mRNA olmuş hastalar veya daha doğrusu insanlar için hem de aşı verilerine ulaşamamış olduğumuz bir ortamda?
KP: Osman bence Türkiye’de aşı politikasının ilk gündeminin henüz hiçbir doz almamış 12 yaş üstündeki 14 milyon kişi olması gerekir. Çünkü biz bu 14 milyonu bir biçimde eğer aşılayamazsak toplumun geri kalanının tamamını aşılasak bile toplumsal bağışıklık eşiği denilen kavrama ulaşmamız mümkün görünmüyor. O yüzden Sağlık Bakanlığının mutlaka ve mutlaka bu 14 milyon kişiye gerekirse birebir ulaşacak araçları gündeme getirip onları aşı olmaya ikna etmesi gerekir. Tabii hepsinin olması mümkün olmayabilir ama bu 14 milyona seyirci kalıp biz üçüncü doz, dördüncü doz, belki daha fazla dozları tartışmaya yoğunlaşacak olursak Türkiye aşıyla korunma yaklaşımının uzağına düşecek. Ben özellikle bunu birinci olarak anımsatmak istedim. İkinci olarak, şimdi Türkiye’de aşı etkinliği sonuçlarını bilmiyoruz, iki tane aşı uygulandı yoğun olarak. Bu, aşı yapılanların yapılmayanlarla kıyaslandığında hastalığa yakalanmaktan, hastaneye yatmaktan, ölmekten ne kadar korunduğuna ilişkin bakanlık maalesef hiçbir veri açıklamıyor. Bu yüzden de biz yurtdışındaki veriler ve tutumlardan yola çıkarak değerlendirme yapmak zorunda kalıyoruz. Ama genel olarak baktığımızda dünyada kabul edilen yaklaşım risk gruplarının bu hatırlatma dozları denilen dozlarla buluşturulması yaklaşımı. Yani iki doz Biontech olmuş, üstünden altı ay civarında bir zaman geçmiş birisini şu anda herhangi bir risk grubunda değilse aşılamayı ön plana çıkarmak pek benimsenen bir yaklaşım değil. DSÖ de buna vurgu yapıyor ama iki doz Biontech olmuş ve risk grubunda bulunan kişiler için üçüncü doz öneriliyor. Pekiyi de kim bu risk grupları? Ülkemizde kabul edilmiş haliyle 60 yaş üstündeki yurttaşlar, 18 yaşın üstünde kronik hastalığı olanlar, örneğin senin söylediğin herhangi bir kanser tanısı almış ya da tedavisi görmekte olanlar, organ nakli olanlar, birtakım şeker hastalığı, aşırı kilo gibi sorunları olanlar ve yine başta sağlık çalışanları olmak üzere 18 yaşın üstünde riskli işlerde çalışanlar. Bunlara hatırlatma dozu, evet uygulamak gerek ama bunun dışında kalıp herhangi bir sağlık sorunu olmayanlar için “gidin üçüncü dozu da yaptırın” demenin şu anda Türkiye’nin önceliği olmadığını kanısındayım. Önceliğimiz nedir? Birinci önceliğimiz bu 14 milyon içinde, 12 yaşın üstünde henüz hiç aşı olmamış olanlar. İkinci önceliğimiz aşısı eksik olanlar. Yani maalesef bizim karşılaştığımız tablolar var, örneğin daha önce de konuşmuştuk, işte üç hafta kadar önce bir hemşire meslektaşımızı yitirdik tek doz aşılı, daha sonraki aşılarını yaptıramamışız. Yine senin de benim de karşılaştığımız böyle olgular var. Eksik aşılıları bir an önce tam aşılı hale getirmek, bir de 12 yaşın altında 5-11 yaş için artık dünyada kabul edilen, bizdeki Biontech aşısının 1/3’ü dozda uygulanan aşıyı da Türkiye’ye getirip isteyen anne babaların çocuklarına yaptırmaları için bir ortam sağlamak. Eğer bunu yapamaz isek Türkiye’de toplumsal bağışıklık eşiğini yakalama olasılığımız ortadan kalkıyor. Bir de senin vurguladığın bir şeyi ben de vurgulayayım; bu meseleyi bir küresel sorun olarak mutlaka görmeyi başarmamız gerekir. Eğer biz küresel bir soruna böyle yerel yanıtlar, ulusal yanıtlarla bir yanıt vermeye devam edecek olursak bu sorun daha uzun zaman dünyanın gündeminde kalmaya devam edecek gibi görünüyor.
"Aşıda kol ağrısı ve hafif ateş dışında ciddi bir yan etki yok"
OE: Sona doğru yaklaşırken Küba ve Çin’in özellikle çocuk aşılanması konusunda hayli yol kat ettiğini söylemek lazım. Küba’nın artan salgınını agresif bir aşılama politikasıyla kontrol altına aldığını, özellikle çocukları da aşıladığını vurgulamak lazım. Senin dediğin gibi Türkiye’de 14 milyonun aşılanması çok kritik. Bu insanların aşı tereddüdünü gidermek için veriye ihtiyaç var. Son verim Türk Toraks Derneği’ne sunulan bir çalışmadan olsun: Ahmet Türkeli ve arkadaşları 143 astım tanılı çocuk ve annelerini araştırdılar. İlginç bir veri bu; kendileri aşı olmuş annelerin %50’si, yani aşı olmuş annelerin yarısı çocuklarına aşılama yapmak istemiyorlar. Kendilerine aşı yapmışlar ama çocuklarını aşıdan uzak tutmak istiyorlar. Üç tane neden var onlar açısından: Bir, “aşıda yan etkiler çok fazla” diyorla. İki, “çocuğum astım, aşı olamaz” diyor. Üçüncüsü de “aşı kısırlık yapıyormuş, o yüzden gelecek için düşünerek çocuğumu aşılatmıyorum” diyor. Üçü de yanlış bilgi gerçekten. Aşıda ciddi bir yan etki yok; kol ağrısı ve hafif ateş dışında ciddi bir problem yaratmıyor. Astım asla aşılanmak için bir engel değil. Alerji hikayeleri asla aşılatmak için bir engel değil, bilakis aşılama için bir öncelik arz ediyor. Kısırlıkla hiçbir ilgisi yok, hatta bir tane benim bildiğim araştırma, aşı olmuş kişilerin en azından erkekler açısından sperm sayısını ve etkinliğini arttırdığı göstermiş.
ÖÖ: mRNA aşıları.
OE: Evet mRNA aşısı için. Tabii tam bu ortamda aslında aşı tereddüdünün ne kadar yaygın olabileceğini, kendilerine aşı yaptıranların bile çocuklarını imtina ettiğini ve Türkiye’nin bir aşılama politikasına ihtiyacı olduğunu, bu politikanın da akşam atılar twit’lerle sağlanamayacağını görmek zorundayız diye düşünüyorum. Son sözü de sana bırakayım sözü Kayıhan.
KP: Osman çok haklısın. Ben son sözlerimizi şöyle toparlamak isterim; birincisi, Türkiye’de pandemi bütün hızıyla devam ediyor, çok yüksek bir yeni olgu görülme sıklığımız var. İkincisi, aşıların koruduğuna ilişkin bilgiler artık çok artmış durumda. O yüzden bizi dinleyenlerin hem kendilerini hem çevresindekileri aşıyla bir koruma kalkanı altına almalarının önemini vurgulayalım ama aşının yetmediğini, aşı dışındaki halk sağlığı önlemleri almanın da bu dönemde çok gerekli olduğunu bir kez daha vurgulayalım. Olabildiğince kapalı ortamlardan kaçınmaya, kapalı ortamlarda kaldığımız süreyi sınırlamaya, bu sürede maske takmaya özen gösterelim, kapalı ortamların havalandırılması için özel bir çaba göstermeyi de unutmayalım. Fiziksel mesafeyi korumanın bu süreçte öneminin halen sürdüğünü de ekleyelim ve teşekkür ederim, iyi haftalar dilerim!
ÖM: Çok teşekkür ederiz, görüşmek üzere diyelim.
ÖÖ: Görüşmek üzere.
OE: Görüşmek üzere.